Arılarlar kayb olursa, yaşam da kayb olur!

bal arisiArılar yaşamın sürdürülebilimesi için en önemli etkenlerden birisidir. Arılar sadece bal yapmakla görevli değillerdir. Yaşam için en önemli görevleri doğada ki ekosistemi dengede tutmaktır. Arılar günde binlerce çiçek dolaşırlar ve çiçekler arasında ayakları ile taşıdıkları polenleri dağıtırlar böylece bitkilerin döllenmesini ve çoğalmasını sağlarlar. Arılar olmasaydı çiçekler döllenemezdi ve dünyada büyük bir kuraklık olurdu. Okumaya devam et “Arılarlar kayb olursa, yaşam da kayb olur!”

Yıldız Tozundan Çiçeğe

Milyonlarca yıl önce evren var edildiğinde o sınırsız boşluk, yıldız maddesi ile dolu idi. Zamanla bu maddeler değişti. Bir kısmı soğudu, gezegenler ve meteorlar oluştu; bir kısmı yıldız, oldu güneş oldu, Sonra evrenin önemsiz bir yerinde sıradan bir yıldızın etrafına onun dokuz çocuğu serpildi; sonra da onlar o yıldızın etrafında nizamı bozmadan dönmeye başladılar. Hepsi giderek daha da soğudu. İçlerinde ve yüzlerinde kayalar, lavlar, dumanlar sarsıntılar ve değişimler vardı. Derken güneşin bu dokuz – on çocuğundan biri giderek mavileşti. Kayalar iyice soğudu, dumanlar sükûnete ermeye başladığında yağmur çukurları doldurdu. Artık güneşin üçüncü menzilindeki mavi kürede beyaz bulutlar karaların ve okyanusların üzerinde seyahat ediyordu. Kayaları güneş eskisi kadar yakmıyordu ve denizler de kaynamıyordu. En büyük küre olan hava, toprağın atası olan kayaları, suyu ve ateşi çevrelemişti. Rüzgârlar esti, kayalar gündüz ısınıp gece soğudu. Kış oldu buzlar kapladı yeri, yaz oldu nehirler aktı taşların arasından, kumları da sürükleyerek. Denizler yer değiştirdi, dağlar yürüdü, depremler oldu. Yerin bağrı madenlerle, ateşle işlendi. Nehirler ve sarsıntılarla vadiler, ovalar meydana geldi. Hayat isimli misafir önce suya gönderildi. Denizler artık yaşamı bağrında beslemeye elverişli idi. Binlerce çeşit canlının milyonlarca üyesi suda yaşadı, suda öldü. Karalara taşan deniz, ölülerini orada bırakarak çekildi. Ufalanan kayalar, taşlar, madenler ve organik malzeme birleşti. Karaya gönderilecek yaşamların zemini artık gül bitirmeye hazır toprakla kaplandı. Biz şahit olmadık ilk ölümlü yaşamların dünyaya gönderilişine; onun için ne suya ne toprağa nasıl geldiler bilemeyiz. Balık gibi ya da tohum gibi bir canlı mıydı bilinmez; ama çok zaman sonra gönderilen atalarımız her şeyi tamamlanmış buldular. Kızıl ateş, kara toprak, renksiz hava ve su bir arada bu mavi rengini verdi bizi uzayda gezdiren gemimize. Küçücük bir şey, bakıldığında sert ve cansız görünen bir kum tanesi gibi toprağa düştü. Üzerine yağmur indi. Bir gün iki küçük yaprak çıkıverdi o nesnenin düştüğü yerden. Toprakta madenler, inorganik ve organik maddeler var, su ise, hidrojen ve oksijenden ibaret. Tüm bu karma karışık maddeler küçük bir tohumun içinden geçmeye başladı. Küçücük bir kapıdan çok miktarda malzeme topraktan havanın içine akmaya başladı. Ama o kapıda bir kurala ve ilme tabi oldular. İki küçük yaprağa dönüşerek havada yol aldılar. Artık topraktaki maddeler bu kapıdan geçtikçe yapraklar ve dallar arttı. Kökü toprakta kendi havada bir fidan oldu. Ne yağmur, ne toprak ne hava bir fidan taşımıyor. O kum kadar tohumda bir program var ve bugünkü ilmimizle bu programın DNA materyaliyle, gözün göremeyeceği kadar küçük bir yere kodlandığını, şifrelendiğini biliyoruz. Hayattaki tüm doğumlar gibi dar, küçücük bir kapıdan şu yeryüzüne gelen fidan toprağı, havayı, suyu ve güneş ışığını da alarak, toprağa gölge bırakan dev bir ağaç haline geliyor. Ve her bahar bu ağaçlar renk renk çiçekler veriyor. Şunu bilmelisiniz ki ısırdığınız elmada, kokladığınız çiçekte, içine çektiğiniz havada evrenin en uzak köşesinden bir şeyler var ve bunlar biraz sonra yine başka bir şekle bürünecek. Evrenle ve içindeki her şeyle o kadar iç içeyiz ki ışık yılı mertebesindeki uzaklıklar önemsiz kalıyor. Bu küçücük insan şu kenarı olmayan evrenle, bir meyvenin bir ağaca bağlanışı gibi bağlanmış. Çok uzaklardan gelen ışık, su, hava ve mineraller bir meyvede buluşuveriyor bir süreliğine. Yüreğimize, belki de aklımıza sığdırabildiğimiz sonsuzluğu bedenimize de bu şekilde yerleştiriyoruz. Artık Sirrus ya da Orion yıldızının bize ne kadar yakın olduğunu anlayabilirsiniz. Onlardan gelen bir ışık demeti bir zeytin yaprağında sükûnete erer, çekirdek olarak bahçemize karışır. Mevcut fizik bilgimize göre, evren de küçük bir tohumdu. Madde onun içinden geçti ve evren ağacı çiçek açtı. Dünya meyvesini bize tattırdı. Kadim zamanların simyacılarından günümüze gelen bilgiyi küçümseyip temel elementleri 105 tane olarak kabul edebiliriz. Ama hava, su, toprak ve ateş de makro planda dünyadaki yaşamın temel elementleri. Nasıl ki bir meyvenin içerdiği elementleri ve oranlarını bilsek de biz asla bir elma yapamayız; ateşi, suyu, toprağı ve havayı gerekli oranlarda bir araya getirsek de ortaya dünya gibi bir şey koyamayız. Bu da ancak yıldız maddesinin içinden geçtiği tohumda şifrelenmiş bir programla olabilecek bir iş olsa gerek. Tabağınızda bıraktığınız bir pirinç tanesine bir de bu gözle bakın, belki onu çöpe atamayacaksınız artık.

ALINTIDIR: http://www.ekolojimagazin.com/?id=68&s=magazin