Anadolu`nun İsyanı

Gökyüzü aglamazsa, yeryüzü gülmez…

Film herhangi bir kar amacı güdülmeden, konuya duyarlı insanların gönülden destekleriyle tamamlanmıştır. Amacı Anadolu’da HES’lere karşı yürütülen mücadeleye destek olmak, halkın sesini duyurmaktır. HES mücadelesi içerisinde bulunan herkes, bu çekimlerin yapıldığı bölgelerdeki bütün canlılar, bu filmin dolaylı ya da dolaysız destekçisidir.

Amazon ve Hasankeyf’in Ortak Hikayesini Anlatan Belgesel – Damocracy Belgeseli

Damocracy belgeseli, Amazon ve Hasankeyf’in ortak hikayesinden yola çıkarak büyük barajların iddia edildiği gibi ‘temiz’ enerji olmadığını ortaya koyuyor.

Kanadalı yönetmen Todd Southgate, dünyanın en çok tartışılan iki baraj projesi olan Brezilya’daki Belo Monte ve Türkiye’deki Ilısu’yu konu alan bir belgesel hazırladı. Belgesel, Dicle ve Xingu (Şingu) nehirlerinin beslediği topraklarda binlerce yıldır varlığını koruyan yerel halkların, kültürlerin ve yaban hayatının barajlarla nasıl yok edileceğini gözler önüne seriyor. Aynı zamanda, gezegenimizin akciğerleri olan Amazon’u ve medeniyetlerin beşiği olan Mezopotamya’yı yok edecek barajların ‘temiz’ enerji adı altında iklim değişikliğine çözüm olarak sunulmasını da eleştiriyor.

DOĞA İÇİN SES VER

Sevgili Doğa severler aşağıdaki yazı http://tabiatkanunu.wordpress.com sayfasından alıntıdır. Artık Doğa için ses vermenin zamanı gelmiştir. Aksi halde gelecek kuşak Doğan’ın sesini duyamayacak, çünkü Doğa yok olmuş olacak…

Doğa için Ses Ver!

Son Dakika!
“Belgrad Ormanı üzerine 10 yıldızlı Belgrad Rezidans kuruluyor!”
“Manyas Gölü Kuş Cenneti havaalanına dönüştürülüyor!”
“Datça’nın son koyu da betona teslim!“
“Sarıkamış Ormanları otoban kurbanı! Karslılar HGS’nizi aldınız mı?”
“Son bozayı ülkeyi terk etti. Kısmetini Gürcistan’da arayacak!“
“Allı turna bir daha bizim ele gelmeyecek! “
“Foklar Yunanistan’a kaçtı! Dış İşleri alarmda!”
“4610′uncu HES de Rize’de faaliyete geçti, denize ulaşan akarsuyumuz kalmadı! “

Bu haberlerin gelecek yıl gazeteleri süslemesi işten değil. Türkiye’nin yüzlerce yıldır gözünden sakındığı ormanları, kıyıları, yaylaları, gölleri artık tek bir kararla imara açılabilecek, rant kurbanı olacak. Foklar, ayılar, turnalar artık Türkiye’de barınak bulamayacak. Atatürk Orman Çiftliği, Belgrad Ormanları gibi tarihe ve halka mal olmuş koruma alanları tek bir imza ile satılabilecek, kapılarını halka kapatabilecek.

Nasıl mı?
“Tabiatı Koruma” adı taşıyan bir kanun tasarısı Meclis gündeminde. 76 çevreci örgüt ve yüz binler endişe içinde. Her ne kadar Kanun’un adı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma olarak geçse de kanun maddeleri doğamızı korumaktan çok, onu sınırsızca kullanımın önünü açıyor. Kanun tasarısı ülkemizin doğal alanlarını geri döndürülemez bir yıkıma sürükleyecek düzenlemeler içeriyor.
Çevre örgütleri bu Kanun’un 2B Yasası’ndan çok daha tehlikeli olduğunun altını çiziyor!

Tabiatı KoruMAMA Kanunu
Bir milli park alanında nükleer santral, doğal sit alanlarımızda HESler, yaban hayatı koruma sahalarımızda oteller… Mümkün mü? Eğer bu tasarı kanunlaşırsa mümkün. Kanun’da geçen ve net bir tanımı yapılmadığı için suiistimale açık olan “üstün kamu yararı” ifadesiyle mutlak suretle korunması gereken alanlar madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi yatırımlara adeta adres gösteriliyor.

Kanun bu haliyle kabul edilirse bilim insanları, uzmanlar, sivil toplum kuruluşları ve yöre halkı bundan böyle herhangi bir alan üzerinde söz sahibi olamayacak. “Tabiat”ın korunması artık tamamıyla politikacıların insafına kalacak!

SES VER!
Türkiye’nin mücevherlerinin kaderi senin elinde! Kanun 10 gün içinde Meclis’te oylanacak! Suyun, toprağın, ormanın, çocukların ve geleceğin için şimdi harekete geç! Türkiye’nin doğası senindir, sana ait olanı korumak için SES VER!

NASIL SES VEREBİLİRSİN?
1. Beğen: Facebook’taki Doğa İçin Ses Ver sayfasını “beğen”, arkadaşlarını sayfayı beğenmeye davet et, duyuruları duvarında paylaş.
2. Katıl: Change.org üzerinden başlatılan imza kampanyasına katıl. http://www.change.org/tabiatkanunu
3. Takip Et: Twitter’da tabiatkanunu’nu takip et, 15 Şubat 2013 Cuma tüm gün twitter’da #dogaicinsesver temasıyla Tabiat Kanunu konusunda tweet at, görüşlerini takipçilerinle paylaş.

Twitter: @TabiatKanunu
Facebook: https://www.facebook.com/TabiatKanunuIzlemeGirisimi
Web Sayfası: tabiatkanunu.wordpress.com
İletişim için: Hüsrev Özkara, 0 533 394 47 11

Şubat 11, 2013

Enerji Tasarrufu Haftası

Enerjinin insan hareketinde, insanın günlük yaşantısında çok büyük bir yer tuttuğu muhakkaktır. Bu önemli ihtiyacın bilinçsiz kullanılması, insan geleceğine bir çok olumsuz etkiyi de beraberinde getirecektir. Enerjinin gereği kadar ve bilinçli olarak kullanılmasını sağlamak için her yıl 11 – 18 Ocak tarihleri arasında Enerji Tasarrufu Haftası kutlanır.

Hafta içinde, bütün yurtta enerji tasarrufu ile ilgili toplantı ve açık oturumlar düzenlenir. Radyo ve televizyonda enerji tasarrufunu işleyen programlar yayınlanır. Okullarımızda enerjide tutumlu olmanın önemi anlatılır. Alınması gereken önlemler belirtilir. Öğrenciler arasında enerji tutumu ile ilgili afiş, karikatür, resim ve kompozisyon yarışmaları düzenlenir. Bu yarışmalarda derece alanlara ödülleri dağıtılır. Bu çalışmaların amacı, enerjinin iyi kullanımını sağlamaktır.

Günümüzde enerjinin önemi gittikçe artıyor. Enerji iş görebilme, iş yapabilme gücüdür. İki tür enerji vardır. Durum enerjisi ve Hareket Enerjisi. Durum enerjisi cisimlerin durumu nedeniyle sahip olduğu enerjidir. Cismin hareketi sırasında oluşan enerjiye de hareket enerjisi denir.

Evde, işyerinde, toplum yaşamının her alanında makineler kullanılır. Makineler insanların işlerini kolaylaştırır. Az emekle kısa sürede büyük işler görülmesini sağlar.

Evimizdeki buzdolabı, elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi annemizin işlerini kolaylaştırır. Traktör çiftçilerin az zamanda çok iş yapmalarını sağlar. Kullandığımız araç ve gereçlerin, giyeceklerimizin çoğu fabrikalarda, makinelerle üretilir. Bütün makineler enerji ile çalışır. Makinelerden düzenli ve sürekli olarak yararlanabilmek için enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız.

Başlıca enerji kaynaklarımız; elektrik, su, güneş, kömür ve petroldür. Bu enerji kaynaklarından elektriği kendimiz üretiyoruz. Güneş ışığından ve sularımızdan doğal enerji olarak yararlanıyoruz.

Yalnız petrol ülkemizde yeterince çıkmadığı için petrolün yarısını dışarıdan alıyoruz. Son yıllarda kömür rezervlerimizin azalması sebebi ile onu da dışarıdan ithal etmeye başladık. Bütün bu enerji alımları, ekonomimiz için ağır bir yüktür. Dış satım gelirimizin büyük bir bölümü petrol alımına harcanıyor. Ulusal ekonomimizin düzelmesi için enerjiyi tutumlu kullanmak zorundayız. Enerjinin yetersizliği, üretimin düşmesini, yurt ekonomisini ve günlük yaşantımızı etkilemektedir.

Enerjide tutum, sınırlı enerji kaynağının en verimli biçimde kullanımıdır. Gereksiz enerji tüketiminin ve kayıplarının azaltılmasıdır. Enerjide tutum aynı işi daha az enerji ile yapmaktır. Enerji Tutum Haftası içinde öğrendiklerimizi yaşam boyu uygulayalım. Evimizde boşa yanan lambaları söndürmeyi unutmayalım. Bozuk musluklarımızı onaralım. Suyumuzun boşa akmasını önleyelim, izlemediğimiz program süresince televizyonu ve radyoyu kapatalım. Kışın pencere yalıtımlarına daha çok özen gösterelim. Enerji tasarrufu konusunda öğrendiklerimizi, dinlediklerimizi ömür boyu uygulayalım.

BENÍM ADIM ANADOLU

İzmir Göztepe’de bir kilise var. Bakımlı, hala kullanılmakta olan bir kilise. Yakınından geçiyordum, üşenmedim kilisenin sokağına girdim. Sokağın başındaki manavda çalışan çocuğa sordum. Bu sokağın adı ne? 81 Sokak dedi. Bir an durakladı ve devam etti. Eskiden Kilise Sokak da derlermiş.

Sonra ben de durakladım. Karşımdaki kiliseye baktım. O kiliseyi oraya kuranların ilk günkü heyecanını düşündüm. İrkildim. Bu sokağı inşa edenlerden geriye kalan sadece 81 Sokak’tı. Kimliği ve kökleri elinden alınmış 81 Sokak.

Nasıl olmuştu? Bir şehrin ve koskoca Anadolu’nun kimliğini yok etmeyi kim kararlaştırmıştı? Bu zihniyet, şekil değiştirse de, nasıl hala hüküm sürüyordu?

Ben bir küçük kasabada doğdum, anadilim Türkçe ve Müslüman bir ailenin çocuğuyum. Gelibolu’daki Yahudi komşularımızın varlığından çok mutluyum. Solcu arkadaşlarım var, liberal arkadaşlarım da. Uygarlığa kökten karşı olanlar da. Anadili Kürtçe olanları da kardeşim bilirim, Türkçe’nin en hasını konuşan Sarıkeçililer’i de. Ermeniler’in derdi de benim derdimdir, Toroslar’ı arşınlayan Yörükler’in de.

Ben Anadolu’yum. Benim kitabımda bölmek parçalamak yoktur. Nehir olup birleşmek vardır. Sadakat vardır. Bugünkü suretim Türk Müslüman ise de, köklerim biraz Romalı, biraz Kürt, biraz Ermeni, biraz Şaman, Alevi ve biraz da Arap’tır.

Eskiden su akar Türk bakarmış. Şimdi su akıyor, Türk yapıyormuş. Böyle diyorlar. Eskiye okunan lanet, özgüvensizliğimizin fotoğrafı. Bu güne atfedilen milli kibir ise cahilliğin daniskası. Demek ki kimliksizleştirme sırası doğaya geldi. Yapmak bahane…

Oysa suyun boşa aktığını iddia etmenin güneş boşa doğuyor, ağaçlar boşuna, yağmur boşuna demekten farkı var mı? Su akıyor, çünkü nehirler bu dünyanın can damarları. Damarlarımız ne işe yarıyorsa nehirler de aynısını yapıyor. Yaşadığımız toprakların her zerresine temiz suyu, havayı ve besini taşıyor.

Benim adım Anadolu. Benim özgürlüğüm bağımsızlık fermanlarına sığmaz. Ben nehirler özgür aktıkça özgür kalanlardanım. O yüzdendir ki hiçbir ideolojinin tutsağı olmayacağım. Bu coğrafyanın her insanını, her zerresini savunacağım.

Şimdi bana bir kurşun daha sıkıyorlar. “Tabiatı Koruma Kanunu” kılıfı altında, tüm nehirlerimin üzerine HES yapmak istiyorlar. Ormanlarıma, kıyılarıma, dağlarıma göz dikmişler. Aman vermiyorlar.

Bense Anadolu’yum. Bu kıyamet bitsin istiyorum. Kardeş kanı dursun, Hasankeyf yok olmasın, Sarıkeçililer diledikleri gibi göçsün, herkes dilediğini giysin, nehirler özgür aksın istiyorum. İzmir’deki 81 Sokak, yeniden Kilise Sokak olsun istiyorum. Ben tam da kendim gibi olmak istiyorum.

Söyleyin efendiler! Çok mu şey istiyorum?

Güven Eken 
Doğa Derneği Başkanı
guven.eken@dogadernegi.org

Radikal / 3 Kasım 2010

Hasankeyf’e Sadakat

Geçmişi inkar edebilirsiniz. Geçmişe karşı da çıkabilirsiniz. Ama geçmişi yok edemezsiniz. Çünkü ortak geçmiş, bizim de geçmişimizdir.

Güzel bir yaşam, geçmiş ve geleceği birbirine bağlı bir çevrede kurulur. İnsanlar, Çatalhöyük’de olduğu gibi, zaten, geçmişlerini, hafızalarını korumak için yerleşik hayata geçmişlerdir.
Aslında geçmişi yok etme gayreti beyhudedir. Geçmişi inkar da öyle. Çünkü insan, geçmişi anımsadığı ölçüde vardır ve geleceğe koşabilir, daha da önemlisi geçmişe bakarak nereye koşabileceğini bilebilir.

Geçmişi yok ederek yapılan her eylem, gün gelir, geçmişin hayaletleri tarafından geri püskürtülür. Bu, tarih ve kültür için de böyledir. Doğa için de. Doğanın kendi belleği de canlı türleriyle devam eder. Yok edilen her tür, doğanın belleğinde bir boşluk yaratır. Bu boşluk, yeri doldurulamaz bir boşluktur, milyonlarca yıl geriye gidebilen bir boşluk. Doğa, bu boşluklarla ayakta durmakta güçlük çeker. Çünkü her türün diğer türe ihtiyacı vardır. Doğanın geleceği, geçmişinin devam etmesine bağlıdır.

Geçmişi yok edersen, geleceksiz kalırsın. Hasankeyf’i ikiye bölen Dicle, bir doğa harikasıdır aynı zamanda. Sayısız kuş, hayvan ve bitkinin yaşam suyudur. Hasankeyf kayalıklarında üreyen alaca yalıçapkını, küçük kerkenez, tavşancıl, kızıl akbaba, boz kiraz kuşunun örneğin, yurdudur. Mutlaka yaşatılması gereken bir nehirdir.

Hasankeyf’i feda edersek eğer, Ilısu Barajı’nın yılda 3.8 milyar kilovat saat enerji üreteceği hesap ediliyor. Bu enerjiye bu ülkenin ihtiyacı var deniyor.
Bu ülkenin enerjiye ihtiyacı var. Hatta bu ülkenin en çok ihtiyacı olan şey, o enerjidir. Ama bu enerji barajın meydana getireceği elektrik enerjisi değildir, Hasankeyf’in enerjisidir.

Hasankeyf’i sular altına gömen bir ülkenin, şu kadar kilovat saat enerji için bunu yapan bir ülkenin, böyle bir ülkenin, geleceğini, elde edeceği elektrik aydınlatamaz.

Hasankeyf, Hesna de Kepha, Hısn Keyfâ, Cepha, Kastron Piskephas… Bu isimleri almış tarih boyunca. Biz de, Hasankeyf’i sonsuza kadar yok ediyoruz. Artık yeni bir isme gerek yok. Ne keyif ama!

Hasankeyf’in tarihinin Asur ve Urartu’ya kadar indiğini tahmin ediliyor. Daha kim bilir ne sırlar saklıyordur kalesi. Hasankeyf’in bugünkü adının kökeni Asurca ”kipani”den (kaya) geldiğini biliyoruz. Bu ad daha sonra `kaya kalesi’ olarak Arapça söylenişiyle günümüze kadar gelmiş. Günümüze kadar.

Hısn Keyfâ melikesi kentini, fethe gelen Halid bin Velid’in eline hiç savaşmadan teslim etmiş, böylece kenti yıkımdan kurtarmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nda sivillerin üzerlerine bombalar yağdıran ölüm makineleri bile, anıtsal yapıları ve kültürel kıymetleri yıkmamaya özen göstermişti.

En son 1260’daki Moğol istilası sırasında yakıp yıkılan kentti Hasankeyf, Osmanlılar zamanında da ticari bir kavşaktı, ama bir daha o eski ihtişamına kavuşamadı. Son darbeyi indirmek bize kaldı.
Roma’nın olmuş, Bizanslıların olmuştu, sonra Artuklu, Eyyübi ve Akkoyunlu sahip çıkmış, yaşatmış ve yüceltmişti. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti, Hasankeyf’i bitirecek mi? Türkiye Cumhuriyeti, kendi tarihini, kültürel tarihini, doğa tarihini, geriye doğru silerek mi yazıyor? Halfeti, Zeugma, Allonoi ve diğerleri…Hasankeyf’in kalesi bu kadar dirençsiz mi?

Bize, Hasankeyf’i korumak yok etmekten daha fazla enerji verir.

Özcan Yüksek

Bu yazı http://hasankeyfesadakat.kesfetmekicinbak.com ´dan alıntıdır.

************************************

Hasankeyf, Munzur  vadisi ve benzerleri gibi tarihi doga harikasi bölgelerin kisa vadeli enerji üretimi icin yokedilmesine izin verilmemelidir. Bu tür bölgeleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak insanlik görevidir. Bu görevi yerine getirmeyen herkese karsi durulmalidir. Çünkü gecmisi yok olan insan yasamiyor demektir.